Canakkale Savaslari 2
Çanakkale savaşları ve sonucunda kazanılan büyük Türk zaferi için, aradan geçen 85 yılda çeşitli yorumlar yapılmıştır. Bunların için de Avrupalı siyasî tarih yazarlarının verdiği hüküm en doğru ve en isabetli olanlarından biridir: 'Malazgirt zaferinden beri Türklerin yaptıkları 254 savaşın en büyüğü Çanakkale'dir...' Bu hükme varan Batılı tarihçilerin değerlendirmeleri hiç şüphesiz Türklerin Avrupalı devletlere karşı kazandıkları zaferler açısından daha doğrudur. Çanakkale Zaferi'nden bir yıl önce Türk ordusu, tarihinin en büyük hezimetini yaşamıştır: Balkan Savaşı. Bu yenilgi sonucunda üç hafta içerisinde bugünkü topraklarımızın 1/5'inden daha fazla toprak 167.000 km2, 33 il, 158 ilçe, 6.5 milyon nüfus, bir başka ifadeyle Meriç Nehri'ne kadar Avrupa'daki toprakların tamamı kaybedilmiş ve ordu da elden çıkmıştı. İşte bu büyük darbeden sonra Türk ordusu gerçek anlamıyla ordu olabilmek için büyük bir çabaya girişti. Bir yıllık sürede, yüzüne sürülen kara lekeyi silecek duruma ve Çanakkale Zaferi'ni kazanacak güce erişti. Kazandığı zaferle Türk'ün gerçek kudret ve kabiliyetini ortaya koydu. İşte Çanakkale Zaferi bunun için önemlidir. Gerçekten de bu savaşların da içinde bulunduğu Birinci Cihan Savaşı Türk İmparatorluğu topraklarının Batılı emperyalist güçler tarafından taksimi yolunda varılan antlaşma üzerine çıkmıştır. Savaş devam ederken ve Çanakkale dünyanın en güçlü dev donanmaları tarafından zorlanırken Rus çarına verilen teminat da bunu ispatlamaktadır. Rusların hariciye nazın Sazanof'un İngiltere ve Fransa'ya verdiği ve Çanakkale'de Türk zaferinden çok kısa bir müddet öncesinin tarihini taşıyan notanın şu ifadesi bunu göstermektedir. ' ... İstanbul ve Boğazlar meselesi kesin olarak ve Rusya'nın tarihî arzularına uygun bir surette artık çözülmelidir... Eğer İstanbul şehri, Boğaziçi'nin, Marmara denizinin ve Çanakkale boğazının batı sahili ve gene Midye-Enez çizgisine kadar Güney Trakya, daha başından, Rusya imparatorluğunun kısımları arasına sokulmazsa her türlü çözüm şekli yetersiz ve devamsız olacaktır. Gene, stratejik sebep ve lüzumdan ötürü Boğaziçi ile Sakarya ırmağı arasında ve İzmit Körfezi üzerinde tayin edilecek bir noktada Asya sahilinin bir kısmı, Marmara'daki adalar, İmroz ve Tenedos adaları da Rus imparatorluğunun parçaları arasına sokulmalıdır.' Bu notadan sonra Rusya'nın kesin teminat istemesi Üzerine İngiltere ve Fransa 12 ve 14 Mart 1915'de bütün Rus isteklerini kabul ederek Anadolu ve Balkanlar Türkiyesi'ni Rusya'ya vermeye razı olmuşlardır. Cihan savaşının son yıllarında Rusların yayınladığı 'Anadolu'nun Taksimi' adlı eserde bütün bu taksim belgeleri ve yapılan gizli ve açık antlaşmaların metinleri vardır. Ancak, 18 Mart 1915'-de kazanılan Türk zaferi ve bu zaferi takip eden aylarda kara savaşlarında da İngiliz ve Fransız kuvvetlerini unutamayacakları bir yenilgiler zinciri içinde mağlûp etmemiz, Rusya'da Çarlığın yıkılmasına ve Türkiye'nin İstiklâl Savaşındaki büyük bir engelin ortadan kalkmasına sebep olmuştur., yani bir bakıma Türk İstiklal Savaşı Çanakkale'de başlamıştır. Mehmetçik, 1915'te Çanakkale'de, vatanı işgale kalkışan güçlü düşmana karşı direnip destanlar yaratarak, ulusun kara yazgısını değiştirebilmiştir. Eğer dönemin süper güçleri amaçlarına ulaşsa ve Çanakkale geçilebilseydi, kuşkusuz modern tarihimiz çok farklı yazılacaktı. İtilaf Devletlerinin, Çanakkale mağlûbiyetinin nedenlerini araştırırken, savaş planının iyi hesaplanarak hazırlanmamış olması, istenilen cephanenin zamanında temin edilememesi, kumandanların birçoğunun tecrübesizliği, komuta merkezinin uzakta bulunması, arazinin tanınmaması gibi faktörlerde bulmaya çalışıyorlarsa da, esas neden Türk askerinin müdafaa sahasındaki üstün kabiliyeti ve kuvvetlerin mükemmel idare edilmeleri olmuştur. General Ian Hamilton 'Gelibolu Günlüğü' adlı hatıratında şöyle demektedir : 'Karaya çıkardığımız birliklerle eşgüdümlü çalıştığımız halde başarılı olamamamızın asıl sebebi, bizim işgal için savaşmamız, Türklerin ise vatanlarını canla başla savunmalarındandı. Temmuz ayı başında 400 metrelik bir arazi parçası 17.000 zayiatla ele geçirildi. Böyle kanlı bir başarı başka hiçbir cephede görülmemiştir.' Çanakkale savaşlarında, Churchill başta olmak üzere dönemin tüm sivil ve askeri yöneticileri tarafından Türklerin savaş gücü önemsenmemiştir. Bunda, iki yıl önce Balkanlar'daki yenilgisini hesaba katarak hemen dize getirileceği ve kolayca Çanakkale Boğazı'ndan geçeceklerini hesaplamışlardır. Ancak onların asıl unuttukları Türk askerinin diğer orduların askeriyle kıyas kabul edilemez olan yüksek manevi gücüydü. İtilaf Devletleri, Türk kuvvetlerinin son yıllarda, özellikle Balkan Savaşlarında gösterdiği başarısızlıklar nedeniyle karşılarındaki gücü küçümsemişler, bunun bedelini de çok ağır bir şekilde ödemişlerdir. Çanakkale Zaferi ile Türk askeri Balkan Savaşı sonundaki ezikliğini üzerinden atmış, can çekişen bir imparatorluk içerisinde kahraman bir milletin varlığını bütün dünyaya göstermiştir. Bu bakımdan Türk'ün Avrupa'da itibarının yeniden artması Çanakkale müdafaası ile başlar. Gerçek bir ibret tablosu ve Türk Milleti için de haklı bir iftihar destanı olan bu savaş, siyasal ve askeri yönlerden olduğu kadar inancın, moral gücün değeri bakımından ele alınarak, genç kuşaklara çok iyi anlatılmalı ve öğretilmelidir. Milletler savaşları, araç ve gereçleri zamanın teknolojisi ile kaynaştırarak yapmışlardır. Ancak bunları gerçekleştiren yine insanlar olmuşlardır. Yani muharebe meydanlarında savaşı kazanmak için biricik gücün teknolojik araç ve gereç üstünlüğü olmadığı ortaya çıkmıştır. İşte Çanakkale savaşları bunlara en güzel örneği teşkil etmektedir. Dünyanın en güçlü silah ve teknolojisine sahip birleşik düşman orduları, önce savaş gemileri desteğinde saldırılarını sürdürmeleri karşısında Türk milleti, şehit düşmek veya gazi olmak düşüncesi ile vatanına düşman ayağı bastırmamak için büyük fedakârlık ve cesaret örneği sergilemiştir. İstanbul'daki Amerikan büyükelçisi Henry Morgenthau'nun anılarında ifade ettiğine göre, İngiliz Deniz Bakanlığı, beş yüzden fazla Türk topunun ateş ettiğini sanmıştır. Oysa müttefiklerin gemi küpeştesinden seyrettikleri manzara, Türk dehasının tarihe intikalinden başka bir şey değildi. Düşmanı aldatabilmek için tabyalara yüzlerce soba borusu yerleştirilmiş ve ağızlarına konulan barut ateşlenmiştir. Barutun parlayışını, düşman filosunun kumandanları, hakiki top sanmışlardı. Ama İngiliz amirali de Robeck'in şaşkınlığı bir başka idi. Dünya savaş tarihinde müstesna bir yere sahip olan bu muazzam savaş, bir macera değil, bir 'nefs-i müdafaa',düşmanların değil işgal etmesine, geçmesine dahi izin verilmeyen, baştanbaşa Türk insanının kanıyla sulanan ve her metre karesinde bir kahramanlık destanı yazılan toprakların öyküsüdür. Bir milletin kaderini değiştirecek, dünyaya bir daha ender gelebilecek bir büyük kahramanın, Atatürk'ün milletiyle tanıştığı bir büyük savaş.. Binlerce şehidin kefensiz yattığı bu topraklar, Çanakkale'nin geçilmez olduğunun en yakın şahididir. Çanakkale destanını yazan 300.000 den fazla Türk evladı bu vatan toprağı uğruna kanlarını çekinmeden seve seve vermiş, şehit düşmenin gururunu taşıyan binlerce isimsiz kahraman gerçekleştirdiği bu zaferle askeri tarihimizin altın sayfalarındaki onurlu yerini almayı başarmıştır. Ancak kendisine karşı acımasızca saldıran düşmanı ise aziz Anadolu toprağının bu kutsal bölgesinde misafir etmenin şerefini Atatürk'ün şu sözleriyle bir kere daha ispatlamıştır. ' Bizim karşımızda kahramanca çarpışarak topraklarımızda can veren, şehit Mehmet ile koyun koyuna yatan Anzaklar, bu topraklarda huzur içinde uyuyunuz. Sizler artık bizim evlatlarımız olarak ebediyete kadar misafirimizsiniz.' Bazı yazarlar, Çanakkale Savaşlarını değerlendirirken, Türklerin de, Anzakların da inandıkları ilkeler ve kutsal bildikleri değerler için çarpışıp kan ve canlarını vermekten kaçınmadıkları şeklinde yorumlamaktadır . 0 zamanki düşmanlarımız çocuklarını asker ve milletin en asiline teslim ve emanet etmişler. Ama, neden bu macera? Onlar kem-küm diye laflarken, Gelibolu'da Fransız mezarlığını ziyaret eden bir Türk öğretmeni gerçeği dile getirivermiş: -Size biz mi gelin dedik ? Biz mi ülkelerinizdeki sevdiklerinizi azap ve gözyaşına boğmanızı istedik? Ya, bizim evlatlarımızın ne günahı vardı ? Onlar görevlerini vatanlarını müdafaa, sizler istila için yüklenmiştiniz. Artık müsterih uyuyunuz. Tarihe bakıldığı zaman görülür ki, Türk Milletinin savaş sırasındaki cesaret ve kahramanlığı, mağlûpları karşısındaki asilâne tavrı, itaati altına girenlere uyguladığı insanî davranışı, onların sadece kendileri için savaşmayıp, medeniyetten bütün dünyayı nasipli kılmayı amaçladıklarına işaret etmektedir. Gazi Mustafa Kemal Paşa da Çanakkale'deki Türk askerini Ruşen Eşref Bey'e şöyle tasvir etmektedir : 'Biz ferdi kahramanlık sahneleriyle meşgul olmuyoruz. Yalnız size Bomba Sırtı olayını anlatmadan geçemeyeceğim. Mütekabil siperler arasında mesafeniz sekiz metre, yani ölüm muhakkak ... Birinci siperdekiler, hiç biri kurtulmamacasına kâmilen düşüyor. İkincidekiler onların yerine gidiyor. Fakat ne kadar şâyân-ı gıbta bir itidâl ve tevekkülle biliyor musunuz ? Öleni görüyor, üç dakikaya kadar öleceğini biliyor, hiç ufak bir fütur bile göstermiyor, sarsılmak yok ! Okuma bilenler, ellerinde Kur'an-ı Kerim, cennete girmeğe hazırlanıyorlar. Bilmeyenler, Kelime-i Şahadet çekerek yürüyorlar. Bu, Türk askerindeki ruh kuvvetini gösteren şâyân-ı hayret ve tebrik misaldir. Emin olmalısınız ki Çanakkale muharebesini kazandıran bu yüksek ruhtur.' 5. Ordu komutanı Liman Von Sanders Paşa ise hatıratında şöyle demektedir : ' Çoğu zaman yarı çıplak, yarı açtılar. Haşlanmış buğday yiyorlar, sıhhi vasıflardan mahrum su içiyorlardı. Taş üzerinde yatıyorlar, fırtınaya, soğuğa yağmura karşı pek de korumalı olmayan siperlerde, çamur içinde yaşıyorlar,fakat dünyanın en ileri vasıta ve imkânlarına sahip düşmanlarını buldukları zaman arslanlar gibi dövüşüyorlardı. Çanakkale'yi bir asker olarak anlatmak imkânsızdır. Manevi kuvvetten ve vatan aşkından yoğrulmuş bir insan yapısı nasıl tarif edilebilir ki ? Türk askeri gösterişsiz, mütevazi, mütevekkil ve sessiz, hakiki bir Anadolu çocuğu.. Bu insanların kalplerinde sadece ve sadece yüce bir vatan sevgisi vardı. Bu ne gösterişsiz yurt sevgisiydi. Arkalarında fakir bir vatan toprağı bulunan bu insanlar savaş sırasında birer kahramandılar. Ölüme bunlar gibi gülerek giden bir başka millet yoktur. Bu hasletlerinden dolayıdır ki hürriyetlerini en ağır bedelle ödüyorlar, esaret bilmiyorlardı.' 86 yıl önce bugün, onlar 'Ağuşunu açan peygamberlerine' kavuştuklar ve 'Yedi kandilli Süreyyanın' üzerlerine nur serpiştirdiği Mehmetçiklerimizin o emsalsiz destanlarının başladığı gündür. Nice rahmet ve nice hesaba-kitaba sığmaz şükran ve fatiha borcumuzdur ki eda oluna... Ve de, şimdi. Bu savaşlarda her iki tarafın insan kaybı 570 binin üstündedir. Türkiye'nin toplam kaybı gazi ve şehit olarak 255.000 civarındadır. Eskilerin 'Melhâme-i kübra' olarak adlandırdıkları Çanakkale muharebeleri âdeta bir subaylar savaşıdır. Kısa bir hesap: 259 günde verilen 570 bin zayiatı yine günlere bölerseniz, gün başına 2200 asker düşer. Bizim günlük kaybımız ise 969 kahramandır. Başka bir deyimle her gün 969 aileye kara haber ulaştırmışızdır.3,5 yıl süren Kurtuluş Savaşı'nda en güçlü olduğumuz dönem olan Büyük Taarruzda ancak 200.000 kişilik bir ordu yapabildiğimiz anımsanırsa Çanakkale Zaferi'nin bedeli daha iyi anlaşılır. Türkiye bu muazzam savaşta, yüksek tahsilli subay namzedi ve ihtiyat subaylarından 10.000 den fazlasını şehit verdiği gibi, 70.000 kadar da meslek sahibi rüştiye mezunu bu topraklar için canlarını feda etmişlerdir. Mektebi Sultani yani Galatasaray Lisesi'nin 1915 senesinde mezun olmuş talebesi yoktur. Zira Çanakkale'de şehid vermekten lisede mezun vermeye imkân kalmamıştır. Bu savaştaki her on şehidimizden biri asteğmendir. Demek ki Çanakkale'de 25 bin lise ve üniversite mezunu kaybetmişiz. Bizim kaybımız, doğu ve batı kültürüne hakim, Arapça, Farsça, Fransızca bilen (yahut İngilizce), meslek sahibi, yedek subayların şehadetiyle çok büyüktür. Türkiye'nin bugün bile yaşamakta olduğu yetişmiş insan sıkıntısının temelinde Çanakkale Savaşları vardır. İttihat Terakki'nin, cinayet çapında şuursuzlukla, yetişmiş insanları imha etmesi vardır. Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyetin ilanından sonra yıllarca sıkıntısı çekilen yetişmiş insan gücü, idareci, eğitimci ve diğer branşlardaki eleman noksanlığı ve bunun doğurduğu sonuçları, Çanakkale savaşlarında verdiğimiz şehitlerin sayısında aramak gerekir. Çanakkale Zaferi, dünyaya Türk'ün tükendiği sanılan gücünün henüz tükenmediğini, artık tarihsel işlevini tamamlandığını sandıkları Türk'ün, koşullar ne kadar zor olursa olsun, daha çok şeyler başarabilecek güç ve inanca sahip olduğunu göstermiştir. Karşımızdakiler bir devletin çöküşüyle ulusun inanç ve gücünün çöküşünün farklı şeyler olduğunu burada anlamışlardır. Türk'ün devleti çökebilir, ama kendisi çökmez. Dünya sahnesindeki rolünü bırakmaz. İşte Çanakkale Zaferi bunun için önemlidir. Çanakkale Zaferi, ümmetçiliği iflas ettirmiş, Panislamizm fikrini çökertmiş, söndürmüştür. Yerine, Türk ''milliyetçiliği'' fikrini alevlendirmiştir. Bunun uygulanabilir olduğunu, gerçek olduğunu kanıtlamıştır. O dönemde bugünkü Irak, Suriye, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri topraklarımız içindeydi. Savaş başlayınca cihad-ı mukaddes ilan edilir, ancak bunun olumlu hiçbir etkisi görülmez. Türk unsurunun dışındaki Osmanlı uyruğu olan öbür Müslüman unsurlara İngiliz altını ve İngiliz vaatleri Osmanlı'nın ilan ettiği mukaddes cihattan daha sıcak gelir ve Osmanlı Türk'ünü arkadan vururlar. Çanakkale muharebeleri sırasında da daha acısı yaşanır: İngiliz ve Fransızlar sömürgeleri Müslüman ülkelerden, Hindistan'dan yani bugünkü Pakistan'dan, Fas, Tunus ve Mısır'dan, Senegal ve diğerlerinden önemli sayıda Müslüman asker getirirler ve bunları Türklere karşı savaştırırlar. Hatta bizim cephelerdeki Mehmetçikleri etkilemek için yüksek sesle ezan ve Kuran bile okuturlar: İşte bu tablo gerçeği görmemizi sağlar. Böylece gerek Osmanlı devletinin son dönemine, gerekse T.C. Devletinin ulusal politikasına yön vermiş olur. Ayrıca bu zafer, bugün dahi bu hayalin peşinde koşanlara, İslam birliğini ideoloji olarak benimseyenlere, ulus gerçeğini inkâr edip ulusu ümmetleştirmeye çalışanlara, düşüncelerinin çürüklüğünü gösteren tarihsel bir kanıttır. İşte Çanakkale Zaferi bunun için önemlidir. Çanakkale Zaferi, Mustafa Kemal'in ordu içinde olduğu kadar tüm milletçe de tanınmasına vesile olmuştur. Bu suretle Türk milleti, 1699'dan beri makus istikamette gelişen tarihini yenecek olan liderlerini bulmuştur. Ordu ve millet, Anafartalar kahramanının bu işi başaracağına inanmış ve onun ardından gittikçe büyüyen bir kütle halinde yürümüştür. İşte bu güven, Atatürk'ün Milli Mücadele'yi zaferle sonuçlandırmasında, genç, dinamik ve yepyeni modern bir devlet kurmasında en büyük ilham ve kuvvet kaynağı olmuştur. Hafızalarda taze kaldığını ümid ettiğimiz bir diğer şaşılacak cesaret numunesi de o yiğit teğmenimizin bir gecede bir otomobil lastiği alacak kıymette sahte banknot imal ederek Musevi teb'a ile yaptığı alış-veriştir. Çanakkale'nin ruhunu hülasa eden sadelik içinde gizlenmiş muhteşem vak'alardan biri olan bu meşhur para menkıbesinin en dikkate değer tarafı merhum teğmenin taklid banknotun arkasına yazdığı ibaredir: 'Bedeli Çanakkale'de.' Devrin kâğıt paralarının arka yüzünde devlet teminatı olarak 'bedeli Dersaadet'te' klişesi bulunduğu için fedakâr asker de 'Bedeli Çanakkale'de' yazmıştır. Bizler bugünlerin nesli olarak aziz şehitlerimiz ve gazilerimizin şanlı hatıraları için neler yapabildik ? Çanakkale Zaferi ve Savaşları üzerine yazılmış kaç tane roman, senaryo sayabilirsiniz ? Nerede Çanakkale Zaferi üzerine çekilmiş filimlerimiz ? 86 yıl önce bugün, onlar 'Ağuşunu açan peygamberlerine' kavuştuklar ve 'Yedi kandilli Süreyyanın' üzerlerine nur serpiştirdiği Mehmetçiklerimizin o emsalsiz destanlarının başladığı gündür. Nice rahmet ve nice hesaba-kitaba sığmaz şükran ve fatiha borcumuzdur ki eda oluna... Ve de, şimdi. Bu zaferleri bizlere armağan eden kahramanları rahmet ve minnetle anıyoruz. Bugün güvenlik güçlerimizden şehit düşenlerin ailelerini, gazilerimizi unutmamalıyız. Onların geride bıraktığı maddi sıkıntılar içinde olan ailelerine sahip çıkmak bir vefa borcudur. Bu vefa borcunu yerine getirdiğimiz ölçüde, acıları bir nebze olsun dineceği gibi, gelecek nesillerin daha şuurlu hareket etmesi sağlanacağı muhakkaktır. Bu aziz vatanın topraklarını kanlarıyla sulamış, bayrak bayrak kutsallaştırmış şehit ve gazilerimizin ölümsüz hatıraları önünde bir kez daha saygı ve minnetle eğiliyoruz. Ayrıca bu muazzam muharebelerde tarih sahnesine çıkarak bir güneş gibi doğan eşsiz kahraman Gâzi Mustafa Kemal Atatürk'ün, bütün komutan ve silah arkadaşlarının da manevi huzurunda engin saygılarımızla eğiliyor, onları rahmet ve minnetle anıyoruz.